Geçen seneki yoğunluğumdan ötürü ancak 30 kadar single/şarkı listeleyebilmiştim. Bu sene biraz ileri gidip hem bütünüyle albüm hem de tek tek şarkılar olarak ayrı listeler oluşturmayı uygun gördüm. Nitekim tek iyi bir şarkının koca bir konsept albümü iyi yapmaya yetmeyeceğinden, bayılarak dinlediğim kimi tek şarkıların albümünü listeye almaktan da kaçındım. Tekrarlamaktan sıkılmayacağım üzere, 2012 ziyadesiyle bu iki ayrı listeyi taşıyan ağırlıkta bir müzik senesiydi yine de. Ayrıca listeye giremeyen birkaç albüme yine mansiyon ödülü vereceğim.
Lafı çok uzatmadan, naçizane gerekçeleriyle birlikte, 40-30 / 29-11 / 10-1 şeklinde üç ayrı bölüme ve bir nevi geri-sayıma tabi tuttuğum, beğeni sırasına göre esas alarak derlediğim 2012 Top 40 albüm listemin tadımlık 40-30 kısmı aşağıdaki gibidir. Ketifli okumalar, dinlemeler.
40. Elbow - Dead in the Boot
En sevdiğim britpop tarzlı mütevazi gruplardan Elbow'un bu albümü aslında başta her şarkı sonrası daha da heyecanlandırsa da giderek sönen, monotonlaşan bir yapıya bıraktı kendisini. Lucky With Desease, The Long War Shuffle gibi favorilerim ve birkaç aydır dinlediğim şarkılar hala var elbet ama senenin bolluğunda listede kendisine ancak en sonda yer alabiliyor maalesef.
39. of Montreal - Paralytic Stalks
Grubu daha önceleri hiç sevmezdim. Bu albümde biraz daha azalmış olduğunu farkettiğim, sanki aynı anda birkaç farklı sekmede açılan şarkıların gürültüsü izlenimi bırakırdı bende önceleri. Şimdi çok daha enstrumantal ağırlıklı, olgunlaşma emareleri gösteren bir altyapı kulağa çarpıyor. Özellikle Spiteful Intervention favorim.
38. Sébastien Tellier - My God is Blue
Bu adamla ilişkim hep küsmeli barışmalı. Genel tarzını sevmiyorum açık söylemek gerekirse. Bana hep sevişerek şarkı söylüyorlarmış gibi gelen bir kadın bir erkek Fransız düetlerini çağrıştırır. Öte yandan genel müzik tarihinde baş taçlarımdan olan La Ritournelle gibi tamamiyle alakasız bir şarkı yapabilen kafadan daha ona yakın şeyler bekliyor insan, lakin tarzı Enigma'ya oldukça yakın olan, Hristiyan misyonerliği olarak tanımlayabileceğim, post-modern elektronik bir müzik ve sık sık rahatsız edebiliyor. Ancak bu albüm temelde orkestral eğilimi, vokalin etkileyici kullanımı ve bütün konsepti itibariyle beni şaşırttı. Pépito Blue, Sedulous favorilerimden.
37. Sixpence None the Richer - Lost in Translation
Bunlarla ilişiğim epey geçmişlere, henüz ergen yatıp ergen kalktığım zamanlara dayanır (Hala olmadığım konusunda söz veremiyorum). Haliyle yeni albüm beklentisi, kötü anılarına rağmen tavanlardaydı. Bunun ancak bir kısmını karşılayabildiyse de yine genel olarak istikrarsız hava ve güneş durumlarında fona çok iyi giden, mood-maker bir kafası var. My Dear Machine, Failure gibi şeker mi şeker şarkılar favori takdimlerimdir.
36. Azure Ray - As Above So Below
Azure Ray yine son derece özel seslerimden. Özel biri sayesinde keşfettiğim lise yıllarından bu yana hiç eskimedi, hiç terk etmedi. Gerek müzikal altyapısı, gerek vokalin davetkarlığı kafada inanılmaz miller katettiriyor bu sefer de. Eksisi albümde sadece 6 şarkı olması ve doyamadan bitmesi. Hani bir ihtimal bunu EP zihniyetiyle çıkarıp seneye daha genişiyle gelir mi şüpheli. Zaman ne gösterir bilinmez, To This Life, We Could Awake içlerinden en öne çıkan şarkılar şimdilik.
35. Matchbox Twenty - North
Açıkçası daha önceleri bilmez, dinlemezdim. Şans eseri birkaç yorum ve tavsiye üzerine edinip dinlediğim albüm, rahatlıkla ilk çevirmede herhangi bir listeye -son sıralardan da olsa- girebilecek düzeyde tınlıyor kulağa. Kendi halinde, gösterişsiz, temiz rocklayan bir iş olmuş kısaca. Like Sugar şimdilik öne çıkan tek şarkı.
34. The Cinematic Orchestra - In Motion #1
Bu grubun yaptığı müziği anlatmanın, tanımlamanın herhangi bir yolu yok. Sadece oturup hayatıma şöyle bir bakmam, çeki düzen vermem gereken zamanlarda bir yerlerden hortlayıveriyor. Özellikle Les Ailes Pourpres filmi için yaptıkları albüm herhalde hayatımın 20 albümünden biridir. Uzaklara, denizlere, geçen vapurlara, kuşlara falan bakmak için birebir diyeyim. Bu albüm Tom Chant, Grey Reverend gibi isimlerle daha da zenginleşmiş. Bir çeşit geçiş albümü olduğuna, bunun bir de #2'si olacağına inanıyor, sizi 20 dakikalık Entr'acte güzelliğiyle başbaşa bırakıyorum.
33. Rock of Ages Original Motion Picture Soundtrack
Bu yılın en beklediğim filmlerindendi açık ara. Lakin filmi birkaç kez acile kaldırılma ihtiyacıyla ancak bitirebildim. Yalnız büyük bir tezat olarak, film ne kadar kötüyse albüm bir o kadar iyi. Düzenlemeler, efsane 70-80'ler şarkılarına seçilen sesler, spirit dediğimiz şeyi koruması bağlamında uzun yollarda, ev partilerinde falan dinlemek, kendinden geçmek için harika. Benim orijinaline olan zaafımdan ve Zeta-Jones'un müzikal yatkınlığından da ötürü favorim Hit Me with Your Best Shot ve Tom Cruise'un Pour Some Sugar On Me'leri oldu.
32. Andrew Bird - Break It Yourself
Ah, Andrew... Yine ne kadar konuşsam o kadar yetersiz kalacak adamlarımdan. Yaptığı müzik, varsa eğer "pazar kahvaltısı sonrası pencere önü kitap-kahve fonu" janrasına sokulabilir. Her albümü bir şekilde yürüdüğüm sokaklara, girdiğim binalara, yaşadığım evlere sinmiştir belki bu anlamda. Sene sonuna doğru yeni bir derleme albüm daha çıkarmış gözüküyor, henüz dinleyemedim ama mart civarı çıkardığı bu albüm bahara hazırlıkta araç gerecim niteliğindeydi. Near Death Experience açık ara favorim, iyi saatte olsunlar dinlencem.
31. Frankie Rose - Interstellar
Bu yılın bana getirdiği en güzel şeylerden biri oldu bu albüm. Dream-pop gözümü kulağımı açan, kafamı arındıran, içimi cilalayan bir janra olarak, çocuğu olan bu albümü sıkıca kucaklıyor. Açıkçası sanatçısını ve önceki işlerini bilmiyordum, bütün tanışmalar böyle ilk görüşte aşk olsa ya dedirtiyor son tahlilde. Bir Pair of Wings var ki albümde, dillere, kulaklara, zihinlere destan. Hiç şüphesiz şarkı listemde ilk sıraları zorlayacak, albümünün tersine.
30. Nada Surf - The Stars are Indifferent to Astronomy
İlk gördüğünde sevmediğin, konuştukça seni açan insanlar misali bu albüm de. "Ben bunu nerede dinlemiştim" dediğim tüm şarkılar sonradan bu albüme dönünce gösterdi kendisini. Nada Surf'e de sağda solda denk geldiğim surette kulak kabartırdım ama hiç merakımı cezbetmemişti. Albüm o kadar sohbahar ve kışa hazırlık albümü çıktı ki, ocak civarı çıkmasına rağmen aradaki üç mevsim de dinletti kendisini bir şekilde; kış insanı olmamdan kaynaklı sanıyorum. Radyolarda en çok Waiting For Something duyuyoruz ama ben ısrarla, inatla ve büyülenmiş bir şekilde Let the Fight Do the Fighting diyeceğim.
29 - 11 listesi ve Top 50 şarkı listesi yakında, yine bu kanalda. Hatta kalınız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder